3 Şubat 2015 Salı

OKUMA/YAZMA/EĞİTİM ÜZERİNE

Hocam ilk önce kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Kendimden söz etmeyi pek sevmem.  Madem sordunuz kısaca anlatayım. Karabük’ün Eflani ilçesinde doğup büyüdüm. Orta Öğrenimimi Eflani’de tamamladım. Kastamonu Kız İlköğretmen Okulu daha sonra Anadolu Üniversitesi Eğitim Önlisans’ı bitirdim. 26 yıl çeşitli yörelerde öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldum. Bir kız, bir erkek çocuğu annesiyim. Dünyamı aydınlatan dört erkek torunum var. Mersin’de yaşıyorum.

Öğretmenlik mesleğinde sizi yazarlığa iten etmenleri neler olarak sıralayabilirsiniz?

Yazarlık mesleğine yönelişime yalnız öğretmenlik yıllarımın etkisi olmamıştır. Çocukluğumdan beri okumayı severim, meraklı biriyim. Toplum düzeni ve insan ilişkilerinin gelenek/göreneklere göre şekillendiği kırsal kesimde, beş çocuklu ailenin en büyük kızı olarak dünyaya gözlerinizi açmışsanız, omuzlarınıza ağır yük yüklenmiştir. Tutucu çevre kültürünün, sırf kız olmanız nedeniyle omzunuza yıktığı yükü, yaşam alanınıza getirdiği sınırlamaları sorgusuz sualsiz taşımak/kabullenmek zorunda bırakıldığınız için,hep içinize attığınız isyan duygularınız, biriktikçe birikir… Okuma tutkunu, meraklı olan benim gibiler- çocuk da olsalar- yaşadığı hayatın yanlış bir hayat olduğunu sezinlerler. İçine itildiği yanlış hayattan kurtuluş yolunu, düşlerine sığınarak, düşlerinde, kendine özgü yeni/özgür/soluk alabileceği dünyalar yaratarak bulurlar. Yazarlık, biraz da düş zenginliğini, yaşam zenginliği gerektirmez mi? Hatta ezilmişliği…
Gelelim, öğretmenliğimin beni yazarlığa yönlendirme nedenlerine. Öğretmenlik yıllarımda, toplumun geniş kesimini yeniden gözlemleme fırsatı buldum. Farklı yörelerde, özellikle kırsal kesimlerdeki ailelerle iç içe oldum. Böylece, ülke topraklarındaki insan/doğa/hayvan öykülerini yaşayarak okudum. Çeşitli yörelerin toplum hayatını, coğrafyasını, ilişki biçimlerini yakından görebilmek bir şanstı benim için. Tüm bu anlattıklarımın sonucunda-belki de etkisiyle- içimde, topluma karşı hem duyarlılık, hem sorumluluk duygusu oluştu/gelişti.

Nitekim yazarlık topluma naçizane birkaç fırça darbesiyle renk kazandırma çabasıdır. Siz bu yola çıkarken çocuklar ve gençler üzerinde yoğunlaşmanızın özel bir sebebi var mı?

Yıllarca süren öğretmenliğim, çocukları yakından gözlemlemem; onların duygularını, düşüncelerini anlamamı, sorunlarına daha bilinçli yaklaşmamı sağladı. İlgi alanlarını, aile ilişkilerini, dünyaya ve hayata bakışlarını, yaşadıkları duygusal iniş çıkışları yansıttıkları/yaşadıkları ortamlarda yanlarındaydım her zaman. Gelenek ve göreneklerin üzerlerinde yarattığı baskıları, baskıcı eğitim sisteminin ruhlarında açtığı yaraları çok yakından gördüğüm için, sessiz çığlıklarını yüreğimde hissetim hep. Aşklarının, mutluluklarının, başarılarının yarattığı sevinçlerine sevindim onlarla birlikte. Sonuç olarak söyleyeceğim şudur: Öğretmenliğim, çocuk ve gençler için yazmaya yöneltmiştir beni.

Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde öğretmenlik yaptınız. Karşınıza çıkan öğrenci profillerinde ilk başladığınız yıldan bugüne olumlu ya da olumsuz ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?

Öğretmenliğe ilk başladığım yıllara göre öğrenci profillerinde değişiklik olmuş mudur? Bu çok kapsamlı yanıtlanması gereken, zor bir soru. Düşündüklerimi kısaca toparlayayım: Her şeyin hızla değiştiği çağda, öğrenci profilinde de değişiklikler olması gerekir/beklenir elbette. Dünya standartlarına göre eğitim alanında çok gerilerde kaldığımıza göre (araştırma sonuçlarından biliyoruz), ülkemizde, değişiklikten çok bir durağanlık söz konusu gibi geliyor bana. Olumlu yönde değişim/gelişim olabilmesi için eğitim sisteminin çağa ve günün gerçeklerine göre düzenlenmesi, bütçeden aldığı payın artırılması gerekir. Öğretmenlerden, kendilerini yetiştirme/geliştirme gayreti içine girmeleri beklenir. Çocukları/gençleri, “disipline etmek” adı altında susmaya, boyun eğmeye zorlayan geleneksel eğitim anlayışını bırakıp, çocukların kendilerini rahat ifade edebilecekleri, sorgulayan, eleştiren, araştıran çağdaş bir eğitim anlayışını egemen kılmak gerekir. Ne yazık ki bizim gibi geleneksel toplumlarda bu söylediklerimin gerçekleştirilmesi  zor görünüyor. Hem siyasi, hem toplumsal engeller kale gibi dikilmiş karşımıza..

Sizce eğitim sistemimiz öğrencilere geleceğe hazırlamada yeterli mi, değilse ne gibi çözümler üretebiliriz?

Şu an ülkenin içine düştüğü durumun nedenlerinden birinin bozuk eğitim sistemimiz olduğunu düşünüyorum. Durumu somutlaştırmak için,eğitim sistemine güvenmeyen, yetersiz bulan velilerin sisteme karşı gösterdikleri tepkilere bakmamız gerekir. Günümüzde,  kurumsallaşmış resmî eğitim anlayışından çocuklarının zarar gördüğüne inan pek çok bilinçli anababa, alternatif eğitim hizmetleri verebilen yeni okul arayışları içinde. Bunlardan ikisi de kızımla oğlum. Çocuklarını devlet okuluna vermeyi asla düşünmediler/düşünmüyorlar. Yıllarını eğitme harcamış bir anne olarak, onlara hak verdiğim yanlar var. Batı ülkelerinde ise, çoktan aile okulları oluşturulmuş durumda. Ülkemizde, farklı arayışlara girenlerin artış göstermesiyle birlikte "başka bir okul mümkün" sloganıyla yola çıkan kişi ve gruplarca pekçok 'yeni' okul açılmakta ama henüz denenmemiş, sonuçları görülmemiş olduğundan bu alternatif okullara da kuşkuyla bakılmaktadır. Özellikle şu son yıllarda 4+4+4 gibi, velilerin, sivil toplum örgütlerinin karşı olduğu sistemin dayatılması, okulların İmam Hatipleştirilmesi, fiziki koşullarının kötülüğü gibi nedenler yüzünden devlet okullarının verdiği eğitime kuşkuyla bakanlar çoğalmaktadır. Diğer yandan, şu anki yöneticilerin “kindar ve dindar kuşaklar yetiştireceğiz” söylemleri haklı olarak, bilinçli velilerin devlet okullarından uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bir dönem okulların; özel bir ideolojinin benimsetilmesi,  milliyetçiliğin yayılması, toprakların genişletilmesi ve ülke liderlerinin yüceltilmesi amacıyla beyinlerin yıkanması için kullanıldığı Nazi Almanya’sında yaşananlar, hâlâ nefretle anılmaktadır. Siyasiler, egemenliklerini sürdürebilmek için okulları kullanma amaçlarından vazgeçmelidirler. Sonuç olarak, ülkemizde uygulanan eğitim sistemi, yeniden ele alınmalı, aksaklıklar tez zamanda giderilmelidir. Siyasilerin kafa yapılarına uygun kuşaklar yetiştirmek amacıyla okulları kullanmalarına geçit verilmemelidir. Bazen söylemle eylem asla uyuşmuyor ne yazık ki! Eğitimin asıl amacı düzene uygun kafalar yetiştirmek değil midir? Düzene uygun kafalar, her zaman gücü elinde bulunduranların işine yarar, böyleleri tarafından şekillendirilir. Bazen; okulların köleleştirmeye hizmet ettiğini düşünen, bu nedenle; “Okulsuz Toplum” öneren, “Okulların artması, silahların artması kadar tehlikelidir” diyen, düşüncelerine değer verdiğim Ivan Illıch’e hak verdiğim oluyor.

Ülkemizde eğitim ve öğretim birlikte anılsa da, tarihsel süreç incelendiğinde eğitimin sürekli olarak geri plana atıldığını görüyoruz. Sizin bu konu hakkında görüşleriniz neler, bu durumun önüne nasıl geçilebilir?

Eğitimi nasıl tanımladığımız, ‘eğitim’ derken neyi kastettiğimiz önemli. Tıpkı, disiplini; kesin itaat, verilen ödevlerin kayıtsız şartsız yerine getirilmesi, şeklinde yanlış algılama anlayışında olduğumuz gibi, eğitimin de yanlış algılandığı, yanlış tanımlandığı kanısındayım. Eğitimi doğru tanımlamazsak, doğru yolda ilerleyemeyiz.  Bizim okullarımızda verilen eğitimin, yalnızca dünyanın en totaliter ülkelerinde verildiği kanısındayım. Beş yıllık ilkokul dönemlerinde,küçücük çocukları yağmur yağış demeden her sabah boy sırasına dizip, rahat hazır ol komutları ile hizaya getirdikten sonra sınıflara sıralar halinde girmelerine izin vermek hangi demokratik ülkede görülmüştür. Böyle eğitileceğini sandığımız çocuklar, normal yaşamlarında, otobüs/dolmuş kuyruklarına girmeyen, göz açıklığıyla aradan kaynak yapıp önde yer kapma yarışında olan insanlar haline gelmişlerdir. Daha düne kadar 50-60 kişilik (bazen daha kalabalık) sınıflarda çalışan öğretmenin verdiği eğitim, öğrenciye sınıfta sessiz durmayı, soru sormamayı, kıpırdamamayı öğretmekten öte geçmemiştir. Böyle sınıflarda, çocukları ‘eğitmek’/zapt etmek adına dayak atmak, aşağılamak dahil, her türlü ceza uygulanır/uygulanmıştır. Çoğu öğretmen benimsemiştir bunu. “Demokrat bir öğretmenin karşısında, öğrenciler birer sadist kesilir” demiş adını anımsayamadığım bir düşünür. Belki bu nedenle öğretmen, neredeyse bir askeri eğitim verir ki çocuklara-toplumun ve sistemin beklentisi de bu yöndedir- kendisi rahat edebilsin. Bunun yanı sıra, gerçek anlamda zor eğitilir bir toplumuz gibi geliyor bana. Öğretmenlik yıllarım boyunca, tüm gayretime karşın başaramadığım bir sorun yaşadım: Öğrencilerimi,yerlere çöp atmamaları konusunda eğitemedim. Acaba, eğitilmeye karşı direnme gibi genetik bir yapıya mı sahibiz toplumca, diye düşünmüşümdür sık sık. Ben bu konuda bir uzman olmadığım için, “nasıl eğitilir”sorusuna yanıt veremeyeceğim. Yalnız şu kadarını söyleyebilirim:Eğitim/davranış değişikliği çocuklarda uzun vadede, sabırlı çalışmalar sonucu  gerçekleştirilebilir.


Teknoloji ve internet kullanımı, madde bağımlılığı ve popüler kültürün diğer olumsuz unsurlarının öğrenciler üzerindeki etkilerini azaltmada ailelere bir ''anne'' olarak ne önerirsiniz?

Teknoloji, internet kullanımı konusunda, söyleyecek söz bulamıyorum. Torunlarımdan biliyorum ki, çocukları teknolojiden/internetten uzak tutmak çok zor, neredeyse olanaksız. Popüler kültüre gelince, olumsuz etkilerinin çok fazla olduğunu düşünüyorum. Televizyon, bilgisayarlar aracılığıyla salgın bir hastalık gibi yayılmakta. Çocukları tüketime, yetişkin gibi davranmaya, yetişkin gibi giyinmeye, yetişkin gibi küfretmeye yöneltiyor. Hatta şiddete yönelttiğini de söyleyebilirim. Şimdiki çocuklar, daha erken bluğa eriyor, daha erken büyük adam kılığına bürünüyor. Bilgi edinme kaynakları, akıl danıştıkları artık anne babalar değil. Bu nedenle anababa, çocuk üzerindeki saygınlığını/otoritesini yavaş yavaş yitiriyor. Neil Postman “Çocukluk, biyolojik bir kategori değil, 16.yy’da ortaya çıkmış toplumsal bir kurgudur. Her toplumsal kurgu gibi, çocukluğun süreğen varlığı da kaçınılmaz değildir; çocukluğun yokolduğu günleri yaşıyoruz” diyor,  “Çocukluğun Yokoluşu” adlı eserinde. Suç işleyen, çalışan çocuk sayısının gün be gün arttığı günleri yaşıyoruz. Tabi ki, madde bağımlısı çocuklar da büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Belki de bütün bu teknolojik gelişmeler, popüler kültürün yaygınlaşması, çocukluğun yokoluşuna doğru gidişin sonucu olarak sorunlu bir kuşak yetişiyor. Bu konular ciddi toplumsal sorunlar olduğu için beni aşar, öneride bulunmak zor.

Yirmi altı yıllık öğretmenlik hayatınızda edindiğiniz deneyimlerle öğretmen ve velilere, kitap okuma alışkanlığı kazandırma konusunda söylemek istedikleriniz neler?

Çocuklara, mutlaka okumayı sevdirmeliyiz. Yaşamlarını anlamlı kılmak, sorgulama yeteneklerini geliştirmek, farkındalıklarını artırmak, düş güçlerini zenginleştirmek istiyorsak onları henüz birer bebekken kitaplarla tanıştırmalıyız. Ne kadar küçük yaşta kitapla tanıştırabilirsek, kitapla olan bağlarını o kadar sağlam temellere oturtmuş oluruz. Okuma alışkanlığı kazanmış çocuklara, kitap seçiminde müdahale etmemeliyiz. Okullarda, ödev/özet çıkarma amaçlı yapılan okuma etkinliklerine karşı çıkmalıyız. Onları, mesaj veren, akıl öğreten, bir takım siyasi görüşleri benimsetmeye, beyin yıkamaya çalışan kitaplardan uzak tutmalıyız. Unutmayalım ki, okumayı seven ailelerin çocukları da iyi birer okur olurlar.

Biz yaptığımız bu röportajlarda gençlere yol gösterecek, bir şeyler kazandıracak bir kitap listesi oluşturmayı hedefliyoruz. Bu konuda sizden de birkaç esere değinmenizi istiyoruz.

Kitap listelerine karşıyım. ‘İyi kitap’ konusunda kendilerini uzman/otorite sayan kimileri, sık sık, okunması gereken kitapların listelerini hazırlarlar. Bu listelerde hep, öneri sahiplerinin kayırmak/reklamını yapmak istediği yazarların kokusunu hissederim. Herkes, alın teri dökerek, emek harcayarak kendi okuyacağı kitabı kendisi seçmeli. Öyle çocuklar vardır ki, yetişkinlerin okuduğu kitapları okumaktan zevk alır. Her çocuğun/gencin ilgi alanı, kültür düzeyi, beğenisi farklıdır. Çocukluğumda, çocuk kitabı bulunmadığından, hep yetişkinler için yazılmış, kitapları okuyarak büyümüşümdür, beni okumaktan soğutmadı hiçbir zaman. Ne yazık ki, kitap öneremeyeceğim!

17 Temmuz 2014 Perşembe

SEVDIM BU ÖYKÜYÜ






Afyon'da yasayan sekiz yaşındaki Sine, kanser hastası annesinin, Antalya'da hastaneye yatırılması nedeniyle, Mersin'de yaşayan dayısı (baskomiser) ve yengesine emanet edilmiştir. Sözünü edeceğim bu öykü,(Firuze Engin/Bir Tek Bu) Ayrinti'dan cikan, Haziran'da Bir Fidan Berkin Icin... adlı, seckilerden olusan kitaptan alınmıştır.

"Bugün yengem, annesini ziyarete gitti. Onun annesi de benim annem gibi kanser. ( ...) Mehmet'le Barbaros'u hastaneye götürdü. Beni götürmedi."
......

Sabah kahvaltı ediyorduk.
"Bir komşuya rica edelim de Sine'yi onlara...."
Dayım konuşurken yengem lafı ağzına tıktı.
"Ay yok! Sibellere bırakacaktım ne güzel...... O da benden bir şey ister bundan sonra!"
(....) "Nuraylara gideyim mi?"
Izin verseler de Nuraylara gitsem. Nuray'ı çok seviyorum
Yengem gözlerini patlatti, dayıma baktı.
(.....) "Ne yapalım Nurbanu? Söyle!"
"E götür karakola! Alsın oyuncaklarini bahçede oynasın.

Acaba Akın Abi karakolda mıdır? Eğer Akın Abi karakoldaysa,bahçedeki domateslere de bakarız.  .... Akın Abi bir tane kendisine bir tane bana koparır, yine kırt kırt yeriz.
( .....) Nuray'in ablası çok güzel fal bakiyor. Geçen gün bana fal baktı. Içinden bir dilek tut dedi. Akın Abi'nin bana aşık olmasını diledim. Fincanı açtı, "Aaaa" dedi. "Ne kadar aydınlık. Çok temiz dilek tutmuşsun. Biraz zaman var ama olacak. ....."

( .....) Dayımla evden çıktık, el ele tutuştuk. Eski köprünün oradan geçtik. Çocuklar oyun    oynuyorlardi. Nuray da oradaydı. Beni görünce, "Sine gelsene, kurbağa bulduk" dedi. Dayım hic duymamış gibi yürümeye devam edince ben de mecburen, elini tuttuğum icin, onunla yürüdüm geçtim.
Yengem, Nuray'ın annesini hic sevmiyor. Ablasını da, hiçbirini sevmiyor. Nuray'ın babası yok. Ablası, annesi üçü yaşıyorlar.

(.....) Iki tane tuhaf şey oldu. 
.... Geri döndüğümde, Nuray da ağaca çıkmıştı. Ben hayatımda hic ağaca çıkmadim. Ama Nuray'ı görünce bir cesaret geldi. Doğukan'la Samet aşağı atladılar, avuçlarını birleştirip bana merdiven yaptılar. Elimi Samet'in omuzuna attım, tam ayağımı avucuna koyacağım, yengem de o sırada mutfak penceresinden bizi izliyormuş. Yüksek sesle öyle bir bağırdı ki! "Sineee gel bakayım buraya!" ..... "Aptal mısın sen" dedi. "Sizi ağaca çıkarıp eteğinizin altına bakmaya çalışıyorlar. O kız eteğini göstermeye meraklı da ondan çıktı tepelere! ......."
.... Nuray benimle bir daha hic konuşmaz diye düşünüyordum ama ertesi gün, öğlen sokakta kendi kendime sarki söylüyordum, bir baktım koşarak yanıma geliyor. "Burası çok sıcak, bizim bahçeye gelsene." dedi. O gün ilk defa onların evine gittim.
......O an fark ettim ki kac saattir oradaydım. Dayım eve gelmiş, her yerde beni aramışlar....
( ?.....) "Bak görüyor musun, kadin gibi boyamışlar kızın suratını!"  ?......  Yengem, Yumuşak yumuşak konuşmaya başladı. "Sineciğim.... O Nuray'ın annesi hic normal bir kadin değil yavrum. Çok hoppa, çok fettan bir kadın."

(......) Nuray'ın annesini artık sevmiyorum. Başka şeyler de duydum. Bazen yengemin abisinin domates tarlasında çalışıyor. Oradaki kadınlar anlatiyormus. Erkeklere düşkünmüş.

Dayımla karakola geldik. Akın Abi yok.
(.....) Vampir kızı çıkardım. Mor elbisesini soydum. Sarı, üstü siyah taşlı elbisesini giydirdim. Bu elbiseyi biriyle buluşmaya giderken giyiyor. Sevgilisiyle bulusacak. Sevgilisi onun vampir olduğunu bilmiyor.
"Dililülülüüt."
Dışarıdan telsiz sesi geldi. Karakola giren birkaç kişinin ayak sesini duydum. (......)
"Ulan hepimizin kanını siz emiyorsunuz be! Şerefsizler!"
Nuray'ın annesinin sesi!
"Bagirma lan!"
Dayımın sesi!
Akın Abim karakola gelmis, dayımın kapısının önüne kadar yürüdü.
"Komiserim, erkeklerle kadınların yevmiyleri aynı değilmiş, kadınlar daha az alıyor diye...."
(.....) "Senin nereden haberin oldu? Cebinden mi aradi,  karakolu mu aradı?"
"Karakolu aradi komiserim."
"Senin bu kadinla herhangi bir alakan var mi?"
"Hayır komiserim. Ben olaya müdahale etmeye gittim."
Nuray'ın annesi içeriden avazı çıktığı kadar bağırdı. "Ben senin erkekligine sıçayım!"
(......)
Koşarak bahçeye çıktım. ....Bahçeye çıkınca bir baktım Nuray. (.......) Annesiyle  mi gelmiş anlamadım. "Bu kediler kimin?" diye sordu.
"Suradaki benim, diğerleri polislerin."
"Biz de bugün dereden kurbağa yakaladık, Doğukan pantolonumun içine attı."
"Niye?"
"Bana aşık. Salak, Pantolonunu indir de çıksın dedi."
"Paçamdan çıktı. Kurbagadan korkmam kj."
(....) Yakaladığı gibi sudan çıkardı. Balık elinde kıpır kıpırdı. Bana baktı güldü. O kadar kıkırtıli bir gülüsü var ki. Balık, kuyruğunu Nuray'ın eline  çarpıp duruyor o da kıkır kıkır gülüyordu. O an, bir daha Nuray'la arkadaşlık etmemeye karar verdim.
(......)
Akın Abi, az önce dayımın oldugu yerde, bahçe kapısının tam altında duruyordu. Sanki bir yere gidecekmişiz gibi.  ...... Bahçeye çıkmak istemiyormuş gibi. Oradan konuşuyordu.
"Döner yiyelim mi?"
"Kediye isim buldum" dedim.
Güldü. "Hah. Ne koydun adını?"
"Daha koymadım. Misu koyalım mı?"
(......)Hoşuna gitti, güldü.
Ama ben artık bu şarkıyı hic sevmiyordum.
Karakoldan çıktık. Akın Abi hemen elimi tuttu. "Sine boşver dönmeyelim karakola"dedi.
"Güzel bir döner yiyelim, sonra da seninle akşama kadar takılalım olur mu?"
"Olur. Dayima haber vereyim."
Durdum. Elini bıraktım. Geri dönüp karakola koşup dayima haber verecektim.
"Dayin izin verdi" dedi.
Tekrar elimi tuttu birazcık da sıktı
"Madem sen Sine'yi çok seviyorsun, ikiniz bugün akşama kadar gezin dedi dayın."
Kalbim duracak. Beni sevdiğini söyledi.
Nuray'ın ablasının falı çıktı.
.... Bugün başka hiçbir şey düşünmek istemiyorum.
Akın Abi beni seviyor. Bir tek bu.
.........
Yürüdük yan yana.

Yorumsuz, öyküyü özetlemeye çalıştım. Söyleyecek çok sözüm var ama bu tabletle başım belada. Hatalar yaptırıyor bana. Kısaca bir şeyler söyleyeyim yine de.
Toplumun sosyolojik, psikolojik yapısını, küçük burjuva kibirini, sınıfsal farklılıklarını iyi yansıtmis yazar bu öyküsünde. Çocuk ruhu ve çocuk dilini çok iyi biliyor yazar.
Bol okumalar.